İran'da Safevi soyundan gelen bir Türk. Erdebil'de doğdu. Ana tarafından Uzun Hasan'ın torunu Bilki Aka'nın oğludur. Babası Haydar'ın ölümünden (1488) sonra dayısı tarafından iki kardeşiyle birlikte düşmanlarından kaçırılarak Şiraz'a gönderildi. Şiraz valisinin, üç kardeşi bir süre hapsettiği söylenir. Akkoyunlu hükümdarı Sultan Yakup'un ölümü üzerine oğlu Rüstem saltanat mücadelesinde onlardan yararlanmak amacıyla üç kardeşi hapisten kurtarır, Şah İsmail'in ağabeyi Sultan Ali, katıldığı iki savaşı da kazanarak Tebriz'e döndüğünde parlak bir törenle karşılanır. Ama üç kardeşin halk üzerinde manevi etkisi, Sultan Ali'nin kazandığı zaferler Rüstem Bey'i korkutur, onları ortadan kaldırmanın yollarını ararken durumu sezen Sultan Ali kardeşleriyle birlikte Erdebil'e kaçar. Sultan Ali yolda kendilerini izleyen Rüstem Bey'in askerleri tarafından öldürülür. Ama iki kardeşini yedi müridiyle Erdebil'e göndermeyi başarır. Şah İsmail ve kardeşi İbrahim burada müritlerince korunur. Sürekli izlendikleri için bir süre sonra Bağru dağına, oradan da Gilan, Gaskar, Reşt ve Lahican'a kaçırılırlar. Lahican'da Kar Kaya'nın evinde saklanan Şah İsmail ilk öğrenimini özel bir öğretmenden gördü. Babasının müritleri dört bir yandan onu görmeye geliyorlardı. Yakalanamadığını gören Rüstem Bey, Lacihan üzerine yürümeye hazırlanırken öldürülünce (1497), Şah İsmail harekete geçer. Müritlerini toplayıp Hazer kıyılarındaki Aravan'a (1500), oradan Erdebil'e gelir. Kendisine katılan Türk oymaklarıyla birlikte yeterince kuvvet topladığını görünce ilk olarak babasının ve Şiilere yapılan eziyetlerin öcünü alma yolunu tutar. Tebriz'e gelip taç giydiğinde (1502), babasının öcünü almış, Baku'yü zaptetmiş, Nehcivan'da Elvend Bey'i yenmiştir. Şah İsmail'in bundan sonraki yaşamı Şiiliği yaymak, Safevi devletinin sınırlarını genişletmek için yaptığı savaşlarda geçer. Devletin sınırları genişleyip Şiilik Anadolu'ya doğru hızla yayılınca Osmanlı'larla çatışır. Sonunda Çaldıran'da Yavuz'a yenilir (1514) ve kaçar. Bu yenilgiden sonra Tebriz'e döndüyse de eski gücünü yitirdiği gibi uğradığı ruhsal çöküntüyle de kendisini şaraba verir. Oğlu Tahmasb'ı yerine atabey olarak bırakır, her yılını ayrı bir kentte geçirerek yaşamını tamamlar. Azerbaycan'da iken ölür. Cenazesi Erdebil'e götürülür.
Şah İsmail, Hatayi mahlasıyla şiirler yazdı. Sanatçı kişiliği çok zor koşullar altında geçen çocukluğu sırasında oluştu. Aruz ve heceyle yazdığı şiirler Azerbaycan edebiyatının Nesimi ve Fuzuli arasındaki döneminin en güçlü temsilcisi olduğunu kanıtlar. Özellikle heceyle yazdığı şiirler Anadolu'da gelişen tekke edebiyatını büyük ölçüde etkiler. Alevi -Bektaşi edebiyatının en güzel örneklerini sunar. Sadettin Nüzhet, şiirlerini dörde ayırıyor:
a) Tasavvufi düşüncelerini içerenler,
b) Aleviliği dile getirenler,
c) Hurufiliğin ilkelerini yansıtanlar,
d) Aşıkane olanlar.
Aruzla yazdığı şiirlerinin ise daha çok tasavvufi olduğu görülür. Bu şiirlerinde kullandığı dil klasik şiirin dilidir.
Hece ölçüsüyle koşma ve semai biçiminde yazdığı nefesler ise Yunus'un izlerini taşır. Ama Hatayi'nin kendine özgü şiir yolu oluşturduğu da belirtilmelidir. Hece ve aruzla yazdığı şiirlerini kapsayan Divan'ı basıldı (Sadettin Nüzhet Ergun, Hatayi divanı, 1956; bütün nüshaları karşılaştırılarak yapılan basımı için bkz. Aziz Aka Mehmedof, Şah İsmail Hatayi Eserleri 1, Bakü 1966). Ayrıca Dehname adlı Ali'yi öven bir mesnevisi (Baku 1946) ile yine mesnevi biçiminde yazılmış bir Nasihatnamesi vardır. Değerli araştırmacı Nejat Birdoğan Alevilerin Hükümdarı Şah İsmail Hatayi adlı yapıtında bu büyük ozanın yaşam öyküsünü, Osmanlı ve Safevi yanlarından topladığı şiirlerini daha geniş ve gerçekçi biçimde vermiştir.
K İ Ş İ L İ Ğ İYaşamına can korkusu ile başladı. Daha altı yaşında iken dedesinin müritlerince kaçırılmasaydı öldürülecekti. Gilyan'da altı yıl gizlilik içinde yaşadı. On iki yaşında Ercuvan'da Taliş Mehmed Bey'in elinden zor kurtuldu. Bu yaşında yandaşlarına kalelerin nasıl alınacağını öğretiyordu. Ele geçmeden yandaş toplayabilmek için binlerce kilometre yol yapıyor, ayrı ayrı iklimlere, huyunu suyunu bilmediği topluluklar arasına giriyor, karşılaştığı herkesi inandırıp yanına alıyordu. Anadolu'dan binlerce, on binlerce kişi yalınayak bu genç adam için yollara düşüyordu. Bu yollara düşmede eski Türk inancının etkisi ve inancı olduğu kadar çocuk Şah'ın kişiliği de etkin rol oynuyordu. Osmanlı'da aradığını bulamayan Anadolu halkı, özellikle Erzincan, Sivas, Karaman Türkmenleri Şah'a doğru yola çıktılar. Bu gidiş yıllarca sürünce Yavuz'a verilen bir dilekçede "İşte bir zaman geldi ki Rum ülkesinin halkının çoğu Erdebil olup kafir oldu." denilecektir.
Hoca Sadeddin, bu göçü ''Ol taifenin kalanı dahi terk-i diyar etmek istediler. Ölüsü, dirisine yüklenip cümlesi çıkup gitmek istediler.'' diye anlatır. Kuşkusuz bu gidişi, Anadolu'da kimsesiz kalan Türk'ün orada önem ve güven kazanma isteğine bağlayanlar da vardır. ''Ömründe ve diyarında kendüye adem dinmeyen bikarlar tuman (tümen) beyleri olup hadden ziyade itibar buldular. İşiten çıktı gitti. Yerinden ayrılup yurdunu terk idüp çiftin çubuğun dağıttı.'' Osmanlı ve Dulkadrlı önlemleri bu yürüyüşü durduramıyordu. Hac yerine Erdebil ziyaretini yeğleyenler, ''Biz diriye varırız, ölüye değil." diyorlardı. Bu bilgiyi Aşık Paşazade, bir söylenti olarak aktarıyor.
Kuşkusuz bu oluk oluk akışın sonunda karşılaşılan kişi öyle sıradan biri değildir. Bir kez, kesinlikle çok iyi bir eğitim ve öğrenim görmüştür. Bu eğitim kavramında daha on iki yaşında iken değme babayiğitlerin katlanamayacağı bir gövde dayanıklılığı bulunmak tadır. Bu yaşta en kanlı boğuşmaların içine girip çıkmıştır. İyi bir dövüşçü ve avcıdır. 1500 yılında Tercan-Sarıkayasında bir mağarada yaşayan ve insanlara saldıran bir ayıyı okla vurup öldürecek kadar bilekli ve yüreklidir. O kış Erdebil yöresinde kuşların donup düştüğü havalarda adamlarına kardan kale yaptırıp kuşatıyor ve onları oyalıyordu.
SANATIŞirvanlı Melikü'ş Şüera Habibi'nin öncülük ettiği Türkçe edebiyatın bir çok uğraşanları devletçe korunma altına alınmıştır. Şah İsmail'in kendisinin hece ve aruz ozanı olması ününü artırmış, bilime saygısı da duyulunca kimi bilginler Erdebil'e gelmiş, kimisini de kendisi getirtmiştir. O dönem kaynaklarında Şah İsmail'i sıradan bir hükümdar olmaktan çok, eski Hurremi'liğin, Babeki'liğin sürücüsü ve Turan düşüncesinin yeni temsilcisi olarak düşünmek mümkün. Bunun için Yavuz Selim, Şah İsmail'e "Afrasiyab -1 Ahd" diyecektir. İsmail'e olan sevgi ve sığınma yürüyüşlerine böylece sanat adamları da katıldı. Sultan Hüseyin Baykara'nın (rn. 1447 -1505) oğullarına hile ile ağır yenilgiler vuran Özbek hanı Şeybani'yi 1510'da ortadan kaldıran İsmail'e bu tarihte ilk sığınmalar oluyor. İsmail, bu sanatçıları saygı ile karşılayıp seçkin görevlere atıyor. Bu sanatçıların başında Kemaleddin Behzad (1455 -1535) vardır.
Bu dönemin tarihçilerinden Hvodemir'in anlattığına göre "Üstad Behzad, dönemin en olgun nakkaşlarının ustasıdır. Bir süre, doğruluk örneği Emirin (Hüseyin Baykara'nın) yanında eşsiz işlerle uğraşırken şimdi yüce mertebeli Sahib Kıranın (Şah İsmail'in) yanındadır." Hvodemir, bu kitabını H. 904'te (rn. 1498) Ali Şir Nevai adına yazmaya başlamış, H. 905'te (rn. 1499) bitirmiştir. Böylelikle Kemaleddin Behzad'ın Şah İsmail'e sığınışı daha önceki yıllara geçiyor. Bu kitaba göre Nakkaş Ağa Mirek, Hüseyin Baykara yanında iken Kemaleddin Behzad, Şah İsmail'in yanındadır. Belki de Hüseyin Baykara, döneminin geleneğine uyarak Şah İsmail'e bir çok sanatçıyla birlikte Behzad'ı armağan etmiştir. Behzad, özel bir fermanla 1521'de nakkaşhaneye müdür ve sahib-i ihtiyar (yetkili) atandı. O güne değin dağınık olan Safevi nakşına artık bir biçim vermişti. Ağa Mirek, Muhammed Tebrizli, Hace Abdül Aziz, Muzaffer Ali Muhammed vb. bu okulun öbür öğretmenleri idi. Bu dönemde arta kalan kimi saray süslemelerinin yanı sıra son yıllarda bulunan "Cihan Ara-yı Şah İsmail Safevi" kitabındaki yirmi kadar minyatür de dönemine ışık tutması bakımından oldukça değerlidir.
ESERLERİŞah İsmail her şeyden önce bir şiir adamıdır, bir gönül adamıdır. Dönemindeki şiir türlerinin tümünü denemiştir.
Ey Hatai zikr-i fikrin eyledin eş'are sarf
Tuttu irfan defterini ehl-i divan şimdiden
dediğine göre irfanının ululuğu dünyayı çok erken tutmuş. Mesnevi de olsun divan şiirlerinde olsun dönemin din ve edebiyat bilgilerine iyice egemen olduğu bir gerçek. Yapıtlarına Farsça ve Arapça eklediğine göre bu dilleri de biliyor. Cavidan-Name'den söz ettiğine göre Fazlullah'ı ve Hurufi'liği biliyor. Kur'an ayetlerine kafiyeli dizeler yazıyor. Ayetleri açıklıyor. Ebced'i biliyor. Özetle şiir bilgilerinde oldukça güçlü. Dehname mesnevisini 19 yaşında yazmıştır. Halk şiiri türlerini biliyor ve ustalıklı kullanıyordu.
Hatai'nin aruzla yazdığı şiirlerini çıraklık ve ustalık dönemlerine ayırmak olası. Çaldıran vuruşmasından sonra bu büyük adamın duygularında geniş ölçüde değişmeler olmuş. O, gururlu ve kendini yenilmez sanan egemenin yerini daha durgun, yenilmiş ve gururu kırılmış bir adam aldı. Şiirleri de bu duygulara paralel olarak değişti. Böylelikle duygu yönü ağır basan şiirlerinde bir güçlenme görüldü.
Diyarı aşka sultanam dila men de zamanılda
Vezirimdir gam u gussa oturmuş iki yanımda
Men ol şahbaz-ı kühsarem başeğmem gülle-i Kare
Nice anka kimi yavru uçurdum aşiyanımda
gazelinde en içli divan ozanının gücü görülür. Hatai, elbette bir Fuzuli değil. Şiir anlayışı değişik. Hatai'nin şiirlerinde düşüncelerini şiir diliyle yaymak isteyen bir Şah'ın çabalaması var. Şah için şiir bir araçtır. Hatai'nin iki katı yaşayan ulu ozan Fuzuli'de şiirin amaç olduğu açıktır. Hatai bir yandan boğuşurken bir yandan yeni bir devlet kuruyordu. Buna karşın kimi şiirlerinde kendisini güçlü görür:
Çün tecella nurını görmek temenna eylerem,
Şimdi Mansur'am meni bir dara göndermek gerek
beyti herhalde benzerlerinin önünde yer alacak güçte.
Şiirdeki gücü asıl hece ile söylediği deyişlerdedir. Bunlar, yüzyıllardır onun inancından olsun olmasın Türk halkının dil-ezberi olmuştur. Kimi törenlerde semahların, cüş havalarının, düvaz imamların hep bu deyişlerden seçildiğini herkes bilir.
Türkiye'de hakkında ilk kez Rahmetli Sadeddin Nüzhet Ergun ciddi bir kitap yazar. Kitapta hece ile şiirlerinin yanı sıra, Nasihatname mesnevisinin tümü, ikinci bir mesnevi ve ''Dehname'' den kimi kısa bölümler alınır. Rahmetli Sadeddin Nüzhet kuşku yok ki alanının en yetkilisi. Kitabın sunuş yazısındaki incelemesi son derece değerli. Konuyu ve bu alandaki çalışmaları iyi incelemiş. Azerbaycan yayınlarının temelini Leningrad ve Taşkent nüshaları oluşturuyor. Düzenleyenler, Paris ve Londra nüshalarını da gözden geçirmişler.
Hatayimdir Şah Hatai
Amma adım Ömer denır.
Demek ki ''Şah Hatai'' veya yalnız ''Hatai'' adını kullanan başka başka ozanlar var. İlginçtir ki bunlardan birinin adı da Ömer. Kimi deyişler değişik yerlerde eksik dörtlüklerle yayınlanıyor. Azerbaycan ve Erdebil nüshaları tapşırmayı ''Hatai'', Napoli nüshası ile Sadeddin Nüzhet yayını ise ''Hatayi'' olarak alıyor.
Geldi Cebrail çağırdı ya Muhammed Mustafa
dizesiyle başlayan şiir Alevi cemlerinde çok söylenen ''Mihraçlama'' dır. Türkiye'de ise ilk kez Sefer Aytekin'in 1958'de yayınladığı Buyruk kitabında yer almış. Buyruk'un Şeyh Safi'ye ait olmadığının kesin kanıtı da kendisinden çok sonra yaşayan torununun bu şiirinin o yapıtta yer alması. Dehname'nin yalnız Leningrad müzesinde aslı vardır. Bu şiir Şah İsmail'in 19 yaşında yazdığı bir aşk öyküsü. 1532 ikiliden oluşmuş. Bölüm başlıkları Farsça verilmiş. Altlarında Azeri ağzıyla çevirileri var. Bu çeviriler Şah İsmail'in değil.
Son bölümde,
Hicrinde üç zid ü nun geçti
Sin'din dahi bir füzun geçti
dediğine göre ebcetle bu açıklama h. 911'i (m. 1506) gösteriyor.
| Şah İsmail Hatai |
Şah İsmail Sevgisi
Men pirimi hak bilirem, Yoluna gurban oluram, Dün doğdum bugün ölürem, Ölen gelsin işte meydan…
Türk'ün kılıcıyla biçimlenmiş bu dünyada sadece 37 yıl yaşamış, çağının savaşçısı, hükümdarı, edebiyatçısı, siyasetçisi, din adamı olmuş ve Türk tarihinde tartışmasız yüksekliğe ermiş Şah İsmail'in hayatını anlatmak güçtür. Onun gibi bir Türk hükümdarı hakkında yazmak, bilim ve her şeyden önce millî vicdan sahibi tarihçilerin işidir. Millî vicdandan mahrum kalmışların ellerinde yazılan Türk tarihi, facia haline gelmekte ve Türklüğü birbirinden ayırmaktadır. Benim Şah İsmail Hatayi hakkında yazmamın sebebi , böyle yüce bir Türk hükümdarı hakkında sahte imzalar veya imzasız olarak yazılıp çizilen hakaretlere artık bir dur demek ve aleyhinde yapılan bütün bu kötü propagandanın yanlışlığını ispat etmek içindir. Türk milleti, mâzideki hiçbir hükümdarına dil uzattırmayacak, uzatanlarla cebelleşecektir. Onun gibi bir Türk hükümdarı ancak saygı ve rahmetle anılmalıdır. Geçmişine söven , tarihini inkar eden, mâzideki kahramanları yerenler ancak beynelmilellerdir. Devşirmelerin düşmanlığını fazlasıyla kazanan Şah İsmail’in bugünkü torunları Alevi inançlı Türkler , pirlerine, hükümdarlarına duydukları sevgi ve sadakatin bedelini uğradıkları hakaretlerle ödemeye devam ediyorlar. Geçmişte canlarıyla ödemişlerdi. Halen halk arasında dolaşan çirkin ve asılsız, hayal ürünü hikayeler herkesin malumudur..Şah İsmail’in torunlarına yönelen düşman oklar, sadece onları vurmakla kâfi kalmıyor, 481 yıl önce Tanrısına kavuşmuş Hatayi’nin anısına da uzanıyor. Nasıl bir gaflettir! Nasıl bir densizliktir! 481 yıl önce bu dünyadan göçmüş, gitmiş, giderken ardında Azerbaycan topraklarını emanet, İran’ı yadigar bırakmış büyük Türk başbuğuna dille, sözle, çirkin yermelerle saldıran çirkefler var. Hangi Türk atasına sövebilir? Bunu yapabilen biri Türk olduğunu iddia edebilir mi ? Mâzi sövülmek için değil, şeref duymak içindir. Kökümüz, mâzimizde bütün azametiyle parıldarken bizim ona sırt çevirmemiz , geleceğimizi kaybetmekle aynı anlama gelir..Türk tarih tezinde birtakım hatalar vardır. Orta Asya Türk tarihi Çinlilerin günlükleri ile açığa çıkarken, Anadolu topraklarındaki tarihimizde İran , Bizans kaynaklarından yazılmış, hatta devşirmelerin eliyle değiştirildiği bile olmuştur. Böyle olduğunun en büyük alametlerinden biri de şudur : bazı değersiz kimseler yüceltilirken, değeri ulu Türkler yerilmiş , hatta günah keçisi ilan edilmiş, ardından sövülür hale gelmiştir.. Türk tarihinde hükümdarlar arasında taraf tutulmamalıdır. Türk padişahlarının yanlışları üzerinde tartışılabilir, ders alınması için. Ama hakaret asla edilemez , saf tutulamaz , ayrım yapılamaz. Şah İsmail, Türk dünyasının en görkemli hükümdarlarından biri olarak mâzinin şeref aynasından bize bakıyor. Onu tanımamız için, ona lâyık olmamız için bizden görev bekliyor. Onu tanımak ve lâyık olmak, Türklüğü tanımak ve Türklüğe lâyık olmaktır.. Şah İsmail Hatayi, Erdebil Türk beyliğine bağlı Şeyh Seyfettin Erdebili'nin torunu olarak 1487 yılında Haydar erden olma, Halime Begüm Alemşah kadından doğma olarak dünyaya gelmiştir. Şeyh Seyfettin Erdebili, 1252-1334 tarihleri arasında yaşamış bir İslâm bilginidir. İslâm bilgini olduğu kadar, devrinde şöhreti halk arasında yayılmış, saygıyla yad edilmiş devlet adamı kimliğini de sahiptir. Onun soyundan gelen Şeyh Haydar, bugünkü Anadolu Türk Aleviliğinin kurucusu sayılır. Anadolu, Horasan, İran ve Irak’taki Türkmenleri istikrarlıca örgütlemiş, kendine tabi etmiştir. Günümüze kadar akan uygulamalarından biri, kendi tebâsını rahatlıkla tanıyabilmek için başlarına Kızıl başlıklar taktırmasıdır. Böylelikle başlarına kızıl başlıklar takan Türkler, Şeyh Haydar’ın askerleri olduklarını belli ederlerdi. İşte bugünkü Kızılbaş denilen Türkler, Haydarın yani Şah İsmail’in babasının ordusudur. Halime Begüm hanım ise, Akkoyunlu devletinin son hükümdarı Uzun Hasan'ın kızıdır. 1493 yılında, Şah İsmail’in babası bugünkü Horasan'ın Şirvan bölgesinde hüküm süren Sultan Yakup'un ordusuyla yaptığı savaşta öldürüldü. Horasan, Orta Asya’dan gelen Türklerin uğrak yeri olarak saldırıya açık ve gayette cazipti. Buranın cezp edici koşulları, Türkler arasında kanlı savaşlara neden oluyordu. 13.yüzyılda da bu topraklar uğruna savaşlar sürmüş, ancak yabancı eline geçişi Koloner Pesyan’ın mücadelesi sonunda olmuştur. Pesyan, Horasan’ı ölümüne savunmuşsa da, Fars ordularınca bozguna uğratılmıştı. Şeyh Haydar’ın öldürülmesinden sonra Yakub’un askerleri, ardından gelecek kimseyi bırakmamak için Şah İsmail’in ve annesinin peşine düştüler. Annesi Begüm hanımla birlikte kaçan Şah İsmail , Ata dergahında babasının müridlerince koruma altına alındı. Burada din bilgileriyle olduğu kadar savaş sanatının incelikleriyle de yetiştirilen küçük Şah, 13 yaşına geldiğinde Şirvan'a giderek babasının öcünü aldı. Babasını öldüren Sultan Yakup'un komutanı Ferrah Yaser'i öldürerek Şirvan topraklarını ele geçirdi. Horasan’da hâkim oldu. 14 yaşında bugünkü Azerbaycan topraklarını, 15 yaşında Tebriz'i ele geçirip, ölümsüz ünvanı ŞAH’lığı aldı. Henüz 15 yaşında, bugünkü Diyarbakır'dan Hindistan'a kadar tanınan, hürmet gösterilen, umut bağlanan genç bir hükümdar olmuştu. Karayülük Osman beyin kurduğu , Oğuz Türklerinin Bayındır koluna mensup oymaktan olan Akkoyunlu Türk devletini dağıtmış, Irak topraklarına hükmetmiş , İran'ı tamamen ele geçirmişti. Akkoyunlu Türk devletinin tarihteki tablosu , güçlü Türkmen devleti olarak karşımızda durmaktadır. Son hükümdarı olan Uzun Hasan , Akkoyunlular devletinin eşsiz mimarıdır. Uzun Hasan 1423 yılında Diyarbakır'da doğmuş ve Doğu Anadolu , Kafkasya , İran ve Irak topraklarında hüküm sürmüştür . Fatih Sultan Mehmet Han ile 11 Ağustos 1473 tarihinde Otlukbeli mevkiinde yaptığı Otlukbeli savaşında yenilerek Tebriz'e geçmiştir. Şah İsmail Hatayi'nin kurduğu , sınırları Hindistan'a kadar varan devletin adı SAFAVİ İMPARATORLUĞU'dur. Safavi sözcüğü kaynağını, Şah İsmail’in soyunun geldiği atası ŞEYH SEYFETTİN ERDEBİLİ'den alır. Ona ithafen de tebâsına SAFAVİLER denilmiştir. Doğunun en büyük imparatorluğu Safavi Türk İmparatorluğunun içinde hâkim güç Türk’tü ancak Farslarda Türklerle beraber yaşamışlardı. Türk dili resmi dil olduğundan Fars dili devlet dili haline gelmemişti. İran toprakları üzerinde Farsların varlığı, tarihi tespitlere göre en fazla 2500 yıl önceye dayanmaktadır. Farslar ve değişik kolları Türklerle birlikte yaşamışlar, ancak etnik olarak görünmez sınırlarla ayrılmış olduklarından Türkleri eritememişlerdir. İran üzerinde Türklerin varlığı ise 9000 yıl önceye gitmekte , bunu açıklayanda Prof.Dr Muhammed Tagi Zehtabi ve ölmez eser ‘İran Türklerinin Tarihi’ adlı bilimsel eseridir..Zehtabiden başka en önemli tarihçi bizim için Fars asıllı Nasir Purpirar’dır. Önemlidir çünkü o bir Fars’tır ve bir Fars olarak, İran Türklerinin hakkını yememiş, gerçekleri saklamamıştır. Nasir Purpirar’ın dört ciltlik ’12 Asır sessizlik’ adlı tarihi eseri, İran İslâm Cumhuriyetinde infial uyandırmış, adeta yer yerinden oynamıştır. Gözaltına alınan ve sorgulanan Purpirar’a ağır eziyet çektirilmiş ve hain ilân edilmiştir. Dürüst tarihçilerin inkar etmediği İran üzerindeki Türk varlığı böylesine haşmetliyken, ne yazık ki Şah İsmail’in torunları en az tanınan Türk topluluklarından biri olarak yabancı hâkimiyeti altında asimile edilmektedir.. Büyük hükümdarın Tebriz’e girdiğinde ilk işi on iki imam için hutbe okutmak olmuştur. Bu onun dini kimliğine bağlılığının ifadesidir. Safavi hükümdarı Şii mezhebinin sarsılmaz direği olarak Şii İslâm anlayışını şekillendirmiştir. Anadolu topraklarındaki Alevi inançlı Türklerin devşirmeler tarafından katledilmesi , onlardan bazılarının Şah İsmail'e sığınmalarına neden olmuştu. Kaçamayanlarsa devşirme Osmanlı paşalarının kılıcından geçerek yok edilmişti. Büyük Türk imparatoru Şah İsmail her zaman Türk’ten yana olmuş ve bu sebeple Osmanlı imparatorluğunun yöneticilerinden devşirilmiş olanlarla bitmez tükenmez sorunlar yaşamıştı. Gayri Türklerin Müslümanlığı tercih ettikleri takdirde kollanmaları , haliyle Türk soykırımına davetiye çıkarıyordu. Şah İsmail’e günümüzde bile güdülen düşmanlığın temelinde devşirmelerin nesilden nesile aktardığı Türk düşmanlığı yatmakta. Sünni İslâm yorumunun temsilcisi konumda duran Osmanlı İmparatorluğunun bağrına bastığı etnisite açısından Türk olmayanların güdülediği Şah İsmail düşmanlığı , seciyesiz kesimlerin elinde ne yazık ki bayraklaştırılarak aktarılmaktadır. 13 yaşında babasının intikamını alan, 15 yaşında topraklar fetih eden böyle bir Türk hükümdarına yapılan hakaretlerin temelinde yatan Türk düşmanlığı artık ürkütücü hale gelmiştir. Bazı kendini bilmez tarihçilerin elinde yazılan Safavi imparatorluğunun tarihi konumu kesinlikle doğruluk payından uzaklaşmış, öyle ki saptırdıkları yanlı tarih yazıcılığıyla işledikleri cinayetin farkında bile olmamaktadırlar. Veya farkındalardır, bilerek, kasıtlı olarak çirkin saldırılarını sürdürmektedirler. Benim bu seciyesizlere tavsiyem, Şah İsmail’i ağızlarına alırken onun yanında kocaman bir hiçten başka bir şey olamayacaklarını hatırlamalarıdır. Hudey hudey dostlar hudey Hudey hudey dostlar hudey Hudey hudey dostlar hudey Hudey hudey dostlar hudey Cemal Şener
Osmanlı Türklerinden başka Özbek Türkleriyle de savaşan hükümdar, bu savaşı kazanmış ve henüz 23 yaşındayken Özbek hanı Muhammed Şeybani Han'ı öldürerek toprak bütünlüğünü korumuştu. Özbeklerin Horasan’a saldırmaları savaş sebebidir. Bir diğer, Türk'ün Türk’le savaşması olan Çaldıran savaşı , kardeş kavgası olarak tarihteki yerini korumaktadır. 23 Ağustos 1514 tarihinde Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail, ordularıyla birlikte savaşa tutuştular. Çaldıran ovasında yapılan savaş pek kanlı geçti. Osmanlı ordusunun iyi donanımlı olması, ateşli silâhlarla kuşanmış olması savaşın kaybedilmesine neden olmuştur. Türk orduları arasında olan savaşlarda kazanan veya kaybedenin olması söz konu olamaz. Kazanç ve kayıp çetelesi ancak düşman ordularıyla yapılan savaşlarda tutulur. Bu sebeple, Şah İsmail orduları yenildi yerine , düşmanlar sevindi demek en doğrusu olacaktır.. Safavi Türk İmparatorluğunun Hükümdarları sırasıyla 1576 2.Şah İsmail 1578 Muhammed Hudabende 1588 1. Şah Abbas 1629 I. Safî 1642 II. Abbas 1666 II. Safî - 1.Süleyman 1694 I. Hüseyin 1722 II. Tahmasb 1732 III. Abbas 1749 II. Süleyman 1750 III. İsmail 1753 II. Hüseyin 1786 Muhammed Nadir Şah - Avşarlar Fars işgali Türk siyasi sınırlarına; bugünkü Fars hakimiyetine geçmiş İran topraklarını da dahil ederek doğunun hakimi olmuş, Türk dilinde yazdığı şiirleri ile edebiyatta sarsılmaz kale olmuş, Şii ve Alevi inançlı Türklerin piri Şah İsmail , bütün çirkin saldırılara, bütün yalanlara, bütün adiliklere karşı dimdik duracak, ona hakaret edenler tarihte iz bırakamadan silinip gidecekler ama o sonsuza kadar, hainliğe, vefasızlığa, Türk düşmanlığına karşı ibretle ışıldamaya devam edecektir. Şah İsmail’in hükümdarlıktan, komutanlıktan başka bir diğer üstün vasfı da edebiyatçılığı, şairliğidir. Türk dilinin üstadı olan büyük hükümdar, Türk diline ihanet etmemiş, onu geriye atmamıştır. Devlet hazinesi gibi tebâsının yüreğinde yaşatmış, dilinde söylendirmiştir. Sadece dilciliği ve şairliği bile onu hürmetle yad etmeye yeter. Divan ve Dekname adında kitapları vardır. Türkçe’den başka dil kullanmamış ve kullandırmamış , yabancı milletlerin dillerine özenmemiştir. Şiirlerindeki dil bugün bile güncelliğini yitirmemiş, akışkanlığı, canlılığı, fikri yönüyle en nadide eserler olarak anılmaktadır. Efsane hükümdar 1524 yılında Azerbaycan'da vefat etti. 37 yıllık kısa yaşamında Türklüğün adını yüceltme ülküsünden bir an feragat etmeden saltanat sürdü. Türbesi Erdebil’dedir. Erdebil, bugün İran İslâm Cumhuriyeti devletinin Fars hâkimiyeti altındaki ezeli Türk şehridir. Şah İsmail’in Ata ocağında bugün Fars bayrağı yellenmekte, kaybedilmiş Türk topraklarının üzerini Farslar çiğnemektedir.. Türk oğlu uyuma! Yetmedi mi uyuduğun? Toprakların işgal edildi, yabancı soylar elinde viran edildi. Koş Doğu'ya, daha Doğu'ya!...
|